Deyimler ve Anlamları Sözlüğü: A’dan Z’ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri Nelerdir? En Son Haberler

Deyimler ve Anlamları Sözlüğü: A’dan Z’ye En Bilinen Kalıplaşmış Deyim Örnekleri Nelerdir? En Son Haberler

Kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı hakem kararları Türkiye’de tenfiz edilebilir. Yabancı hakem kararlarının Türkiye’de icra edilmesi, ancak söz konusu hakem kararına ilişkin Türkiye’de tenfiz kararı alınması ile mümkündür. Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan kararların Türkiye’de icra olunabilmesi ancak yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesi halinde mümkündür. Bu sebeple, yabancı bir ülke mahkemesi tarafından verilen kararların Türkiye’de icra edilmek istenmesi halinde tenfiz kararı alınması gereklidir. Sigorta sözleşmeleri tarihli Türk Ticaret Kanunu’nun Sigorta Hukuku isimli bölümünde düzenlenmiştir.

Yaklaşık on yıl süren bu tebliğ sürecinin ardından hicretten evvel beş vakit namaz, hicret esnasında cuma namazı, sonraki yıllarda da zekât, oruç ve hac ibadetleriyle ilgili hükümler gelmiştir. Sıfatların zâta nisbeti (ispat) konusunda, nasların zâhirî mânalarına bağlı kalıp ispata önem veren muhafazakârlarla tenzihe önem verip bazı sıfatları te’vile tâbi tutan serbest düşünceli âlimlerin telakkileri hakkında kelâm ve mezhepler tarihi kitaplarında birçok ayrıntı yer almaktadır. Selefiyye, Eş‘ariyye-Mâtürîdiyye, Mu‘tezile-Şîa ve İslâm filozofları şeklinde sıralanabilecek ekoller arasında kesin nasların Allah’a izâfe ettiği sıfatları reddeden bir ekol yoktur. Gazzâlî’nin, ilim sıfatının alanını daralttıkları düşüncesiyle İslâm filozofları hakkında verdiği tartışmalı tekfir hükmü bir yana (Tehâfütü’l-felâsife, s. 376; krş. İbn Rüşd, s. 587), sözü edilen mezheplerden sıfat telakkisi sebebiyle İslâm dışı kabul edilecek bir âlim bulunmamaktadır. İtaat ve teslimiyeti anlatan huşû, tazarru gibi diğer Kur’an terimlerinden farklı olarak İslâm, eskiden başlayıp devam eden bir şeye değil yeni başlayan bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durumda müslim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak suretiyle bir atılım cesaretini gösteren kimsedir. Türk hukukunda yer alan “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi, TCK m.20 altında, “tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamayacağı” düzenlemesi ile vücut bulmaktadır.

Resen yapılan bu inceleme üzerine, reddedilen mal ve hizmetler tescil başvurusunun kapsamından çıkarılır ve tescil başvurusu, kabul edilen mal ve hizmetler için Resmi Marka Bülteninde yayınlanır. Yayınlanan tescil başvurusuna karşı iki aylık bir süre zarfında üçüncü kişiler itirazda bulunabilir. TürkPatent’in Markalar Dairesi Başkanlığı’nca resen yapılan inceleme veya üçüncü kişilerce yapılan bir itirazın incelenmesi üzerine verilmiş olan kararlara karşı Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) önünde itiraz edilebilir. YİDK kararlarının iptali için münhasır yargı yetkisine sahip olan Ankara Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemeleri’nde (FSHM), karardan itibaren 2 ay içinde dava açılabilir. FSHM kararları ise Bölge Adliye Mahkemeleri nezdinde istinafa konu edilebilir. Bölge Adliye Mahkemesi kararları ise Yargıtay nezdinde temyize konu edilebilir. Taahhüt edilen ödüllerin kazananı “pinup faktörüne” dayalı düzenlenen bir çekiliş ile belirleniyorsa, bu promosyon mekanizması Yönetmelik kapsamına giren bir çekiliş olarak kabul edilecek ve düzenlenmesi Milli Piyango İdaresi’nin iznine tabii olacaktır. Bir istisna olarak karşılığı nakit olmayan ödülün nakdi değeri, kişi başı 81,36 TL (yaklaşık 20 Euro)’den düşük olan çekilişler için izin almaya gerek yoktur. Bu miktar her takvim yılının başında yeniden düzenlenmektedir. Eğer karşılığı nakit olmayan ödülün nakdi değeri bu miktarı aşarsa böyle bir çekilişin düzenlenmesi MPİ’nin resmi iznine tabii olacaktır.

  • Peygamber’in tebliğ ettiği İslâmî ilkelere ters düşmektedir.
  • İlk insanla başlayan hak din en gelişmiş şekline son peygamberin tebliğ ettiği vahiyle ulaşmıştır.
  • Peygamber’e iman ettiklerini ve müminlerle beraber olduklarını da söylüyorlardı (bk. Bakara 2/14; Nisâ 4/141; Münâfikun 63/1).

Bunu gerek eski dinlerde gerekse günümüzde mevcut bütün dinlerde görmek mümkündür (bk. DİN). İslâm kelimesini ele alan ilk dönem âlimleri, daha çok iman kavramıyla ilişkisi bakımından ona tanımlar getirmeye çalışmışlardır. Sonraki dönemlerde yazılan sözlüklerde ise daha kapsamlı tanımlara rastlanmaktadır. Meselâ Râgıb el-İsfahânî İslâm’ı, “kalpteki inancı dille ifade edip fiillerle gereğini yerine getirmek suretiyle Allah’a takdir ve hükmettiği her hususta bpin up eğip teslimiyet göstermek” şeklinde tarif etmiş, Seyyid Şerîf el-Cürcânî de “Hz. Peygamber’in haber verdiklerini samimiyetle benimseyip onlara uymak” diye bir tanım getirmiştir (et-Taʿrîfât, “İslâm” md.). İslâm’ın din olarak tarifinde Allah’ın birliği ilkesinin yanı sıra O’na bütün kuşkulardan arındırılmış bir teslimiyetle bağlanma vurgusu önemli bir yer tutmaktadır.

Yaratılış delili kelâmcılar tarafından hudûs, İslâm filozofları tarafından imkân delili şeklinde takrir edilerek zengin bir literatür oluşturulmuş, Sûfiyye ise keşif ve ilham yolunu tercih etmiştir (a.g.e., tür.yer.). Dinin çeşitli tanımlarının ortak noktası, zihnen varlığı kabul edilen üstün güce veya güçlere karşı duyulan kalbî bağlılık ve teslimiyet duygusu ile bu kabulün gerektirdiği davranışların (ibadetler) ifasıdır. Çeşitli dillerde din karşılığı kullanılan kelimelerin kök anlamında kişinin yüce bir kudrete bağlılığı ve teslimiyeti söz konusudur. Arapça’da da din kelimesi yaratıcının emir ve hâkimiyeti, kulun itaat ve teslimiyetine dayalı karşılıklı ilişkiyi ifade etmektedir. Şu halde dinin özünde kutsala bağlılık ve teslimiyet vardır.

Öte yandan hukukun genel ilkelerinin taabbüdî nitelikte görülmeyen alanlarda gerekçe ve illet niteliği taşıdığı ve sınırlı bir alanda da olsa geleneksel hukuk kültürünün bu mihver etrafında değişime tâbi tutulduğu düşünülürse bunlar makāsıda göre daha işlevsel durmaktadır. Akidlerde rızânın esas alınıp şekil şartlarının en aza indirilmesi, isimsiz akid anlayışı, ahde vefa ve iradî tasarrufları anlamlı kılma ilkesi, akidlerin tarafları çekişme ve aldanmaya götürmeyecek ölçüde açık ve objektif unsurlar taşıması, garar yasağı vb. Şahıs ve aile hukukunda çocuk, kadın ve köle gibi kendi haklarını savunmakta zorlanan kesimler özel düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. Bu gruplara ilişkin sosyal realite bir yönüyle kabul edilmekle birlikte hak ihlâlleri ve beşerî ilişkiler açısından insan olma olgusu ölçüdür. Vücûb ehliyeti, velâyet ve vesâyet, ehliyetin kısıtlanması, hidâne, nesebi yok edecek şekilde evlâtlık kurumunun reddi gibi düzenlemeler mevcut yapı içinde bu olguya verilen önceliğin örnekleridir. Fıkhî hükümler arasındaki fikrî örgünün tümevarım yoluyla ifade şekli, bazan da naslardan elde edilen sonuçlar niteliğindeki küllî kaideler, ayrıca hikmet-i teşrî‘, eşbâh ve furûk literatürü de hukukun genel ilkeleri konusunda önemli bilgiler içerir. İslâm’ın hukuk yönünün teorik çerçevesi kitap, sünnet, icmâ ve ictihad şeklinde dört delile dayanır. İstihsan ve istislâh gibi geçerliliği tartışmalı tâli deliller de dahil olmak üzere hükümlerin meşruiyet temeliyle ilgili bütün delilleri nakil ve akıl şeklinde ikiye indirgemek, sünneti Kur’an’ın beyanı, re’yi de bütün türleriyle akıl yürütme olarak tanıtmak mümkündür. Dinin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet hukuk alanında da merkezî önemini korur. Diğer bir anlatımla Kur’an ve Sünnet tevarüs edilen dinî gelenekle birlikte müslümanların bilincini, dünya görüşünü, anlama ve algılama kıvamını belirlemiş; bu ortamın seçkin simaları olan fakihlerce yürütülen re’y ve ictihad faaliyeti de hem nassı anlama ve yorumlamada hem de nassın boş bıraktığı alanı doldurmada hukukun kurucu unsuru olmuştur.

Kur’an’da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise “habâis” (pis ve iğrenç) şeylerin yenmemesi hükmüdür. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin alınmaması İslâm’ın genel ilkelerinin gereklerindendir (Bakara 2/195). Bu konudaki somut yasaklar, bu âyette on madde halinde sayılmışsa da –açıklanacağı üzere– bunların bir kısmı aynı grup içinde düşünülerek tamamı –Bakara sûresinin 173. Âyetinde de belirtildiği gibi– dört ana maddede toplanabilmektedir. Bu âyetten hareketle Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik, anlaşma yapılır yapılmaz akdin kesinlik kazanacağı ve artık akdin tek taraflı irade ile bozulamayacağı sonucuna ulaşmışlardır. Bu arada çağın ihtiyaçları ile modern bilim ve düşüncenin ışığında Kur’an’ın yeniden yorumlanması meselesi de gündeme gelmiş, Seyyid Ahmed Han, Ebü’l-Kelâm Âzâd, Cemâleddin el-Kāsımî, Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ, Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî ve Tantâvî Cevherî gibi müfessirler yazdıkları eserlerde yeni ilimlere uygun yorumlar yapmışlardır. Bu çizgide olmamakla beraber Elmalılı Muhammed Hamdi de tefsirinde dönemindeki ilmî ve felsefî anlayışlarla irtibat kurmaya özen göstermiştir. Yüzyılın sonlarında bazı tefsir araştırmacıları tefsir anlayışında tarihselciliğe yönelerek Kur’an’ın anlaşılmasında bunu metodolojik bir ilke haline getirmeye çalışmaktadır. Kur’an’ın bütününü dikkate alarak tek tek âyetlerin bu anlam bütünlüğünde değerlendirilmesi gerektiğini esas alan bu yaklaşım kadîm tefsir anlayışındaki lafız-mâna ilişkisi yerine daha çok makāsıd, mesâlih ve hikmet-i teşrî‘ kavramlarına vurgu yapmaktadır. Yüzyılın sonlarında Endülüs’te (İspanya) İslâm hâkimiyetinin son bulmasıyla müslümanlara karşı girişilen katliam ve yıldırma hareketinden kaçanlar vasıtasıyla olmuş, bunları İspanyol-Portekiz sömürgeciliği döneminde kıtaya göç eden işçi ve sanatkârlarla XVII ve özellikle XVIII.

Peygamber’i ve sahâbeden bazılarını öldürmek için tuzak peşindelerdi. Bu sebeple yüce Allah onlara adam öldürmenin ne kadar büyük bir cinayet olduğunu göstermek için Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasını anlattıktan sonra onların kutsal kitaplarında da haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek; bir canı kurtarmanın da bütün insanlığı kurtarmak gibi olduğunun yazılı bulunduğunu haber vermiştir. Bu tâlimat elimizdeki Kitâb-ı Mukaddes’te yer almamakta fakat Mişna’da (Sanhedrin, IV/5), “İsrâil’den tek bir kişiyi öldürenin bütün ırkı öldürmüş gibi cezalandırılacağı ve İsrâil’den tek bir kişiyi koruyanın Allah’ın kitabına göre bütün dünyayı korumuş sayılacağı şeklinde bir ibare bulunmaktadır (J. Horovitz, “Tevrat”, İA, XII/1, s. 219). “Bugün, kâfirler dininiz hakkında ümitlerini yitirmişlerdir” meâlindeki cümle, artık müşrik Araplar’ın İslâmiyet’i ortadan kaldırmaktan, müslümanları yok etmekten veya putperestliğe geri döndürmekten umutlarını kestiklerini ifade eder. Müşrikler, yukarıda yenilmesi haram olduğu bildirilen etlerin tümünü yiyorlardı; müslümanların da bir gün gelip kendi dinlerine geri döneceklerini umuyorlardı. Bu âyetin inmesiyle artık bu ümit kapısının kapanmış olduğu anlatılmaktadır. Bu âyet, aynı zamanda müslümanların bazı Câhiliye gelenek ve alışkanlıklarından sıyrıldıklarını, sapkınlıklardan korunduklarını, artık İslâm inanç ve hükümlerinin kuvvetlendirilip kemale erdirildiğini gösterir. Günümüz İslâm dünyasında dinî bir karakter taşıyan fikrî ve siyasî hareketlerin dışında kalan tavırlar arasında en yaygın olanları seküler Batıcı tavırla yenilikçi ve muhafazakâr özellikler taşıyan tavırlardır. Genellikle idarî ve bürokratik mekanizmalarda etkin olan seküler Batıcı tavır, dini sadece ferdî vicdanları ilgilendiren kültürel bir değer olarak tanımlarken yenilikçiler, Batı’nın temsil ettiği çağdaş değerlerle kendi inançları arasında bir çelişki görmeyen sivil kesimlerdir. Öte yandan seküler Batıcı çabaların nihaî noktada dini ortadan kaldıracağı endişesi taşıyarak dini ihya etmek amacıyla toplumdaki birikim ve değerlere sıkı sıkıya bağlılığı savunan gelenekçi anlayış ise daha çok popüler planda yaygındır ve büyük ölçüde mahallî kalmıştır. Genellikle önceki nesillerin otoritesi üzerine kurulan bu yaklaşım kaynaklar yerine kişilere vurgu yapmasıyla dikkat çekmektedir.

İş güvencesi kapsamında olan bir işçinin iş sözleşmesi, davranışı veya verimi ile ilgili bir nedenden feshediliyorsa fesihten önce yazılı olarak savunması alınmalıdır. İş Mahkemeleri Kanunu’nda dava şartı olarak düzenlenen arabuluculuğa başvurma zorunluluğu, 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olup işe iade, işçi alacak davaları bakımından arabuluculuğa başvurma taraflar bakımından zorunlu hale gelmiştir. Bu sürelerin iş sözleşmesi ile işveren tarafından artırılabilmesi mümkündür. İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde ise otuz gündür. Sigortacılıkta tahkim uygulamasını artırmak amacıyla Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği nezdinde 2007 yılında Sigorta Tahkim Komisyonu oluşturulmuştur. Şimşek, yurt dışında oynatılan oyunlara erişim sağlayarak Türkiye’den oynanmasına imkan sağlamanın, bu amaçla para nakline aracılık etmenin de suç kapsamında olduğuna dikkati çekti.

Elmalılı, “Can ve ırz konusunda aslolan haram olmaktır” prensibinden hareketle müslüman kadınların Ehl-i kitap erkeklerle evlenmelerini helâl kılan herhangi bir delil bulunmadığını, aksine müşrik erkeklerle evlenmelerini haram kılan delil bulunduğunu (Bakara 2/221) belirterek böyle bir evliliğin kesinlikle haram olduğunu söyler (II, 774). Ancak bu hallerde hayvanda canlılık belirtileri varken Allah’ın adı anılarak bıçak veya keskin taş gibi bir aletle kesilip kanı akıtılırsa helâl olur. Canlılık belirtileri ise kesim sırasında hayvanın hareket etmesi veya kanının normal akması gibi işaretlerdir. Yüzyılın sonlarına doğru Hindistan’da Diyûbend muhafazakârlığı ile Aligarh modernizmi arasında mutedil bir çizgiyi savunan Nedvetü’l-ulemâ da kayda değer bir harekettir. Ancak Nedvetü’l-ulemâ diğerleri kadar yaygınlaşamamış, sadece kurucuları arasında bulunan Şiblî Nu‘mânî’nin ilmî şahsiyeti ve saygınlığı çevresinde etkili olabilmiştir. Osmanlı toprakları olan Suriye ve Lübnan’da Fransız; Filistin, Irak ve Ürdün’de İngiliz manda idareleri kuruldu (1920). Dünya Savaşı yıllarında Osmanlılar’a karşı İngilizler’le iş birliği yaparak ayaklanan Mekke Emîri Şerîf Hüseyin, Hicaz kralı olmayı beklerken Hicaz Suud hânedanına bırakıldı.